25.11.2013 de başlayan Antalya kundu daki yağmur bütün bir gün hatta bütün bir gece durmaksızın yağdı.akdenizden gelecek bu yağışı metorolojide daha önceden haber vermişti. izmir suların altında kaldı deniz seviyesi 75 cm yükseldi deniyor sanki tufan gibi her taraf. bu olayda siyasi polemik yarattı . belediyeler arasında .melih gökçek izmire balık adamlar göndermeyi teklif etti . güya izmir belediyesini beceriksizlikle suçladı...vs.alt yapımızın ideal olmaması hep bunları yaşatıyor ilerde daha da beter şeyler olacağa benziyor . kaldığımız delphin imperyal otelin havuzunu yağan yoğun yağmurun çamurlu suları bastı.sanki o pırıl pırıl havuz petrol gemisi batmış havasına büründü . bereket filtrasyonu sayesinde birkaç saatte de tekrar duruldu.yagışa alışmamış ülkemde son katlar izole edilse bile yağmurda karda akar son katlarda ördekler bile yüzer .emekle yapılan ters tavanlar islanır ve de çöker bile. kapalı havuzun tavan görüntüsüde işte böyle idi . tabii yoğun yağmurla beraber o masmavi akdenizde güzel lacivert rengini kaybetti.dev dalgalar metreleri buldu deniz kükreyip patladı. yağmura buluta ve neme susamış bizler için yaşadıklarımız çok hoştu...bu mevsimde böyle bir hava çokta hoşuma gitti doğrusu çünkü yazdan farklı bir çevre vardı bu günlerde buralarda...yağmur nem ve her taraf sular içinde...
deniz patlaması dedimde aklıma yıllar önce mersinde sürat teknesi ve patlayan ak denizin travması geldi aklıma .
sabah saat 5 civarında çağlar ipek ve ben çarşaf gibi denize romörk ile dünyam adını verdiğimiz sürat tknemizi indirmiştik.nefis su kayağımızı yaptık.hepimiz spor sonrasının tatlı yorgunluğundaydık .Özaltın sahiline romörke doğru seyir halindeyken deniz hafiften dalgalanmaya kıpırdamaya başladı sahile geldiğimizde de ak deniz çılgınca patladı dev dalgalar oluştu öyleki bizim tekneyi römörke yüklememiz imkansız bir hal aldı tekne sanki bir ceviz kabuğu gibi saga sola savrulup durdu bizler de sanki gülliverin romanındaki cüce insanlardık .tekne ile römork arasına sıkışıp parçalanabilirdikte. böyle bir sahne gözümün önüne geldiğinde benzim atar rengim soluklaşır hafiften terlerimde. işte bu bir kaç dakıka içerisinde tekne sahile savruldu ve sahilde ne kadar kum varsa hepsi tekneye doldu onu yerinden kımıldatmak mümkün değildi.teknemize sanki nazar değmişti.bizim dünyamız gözlerimizin önünde sahilde batmıştı. onu ancak bir kaç gün sonra hüseyin dumlu atelyesine götürebildi kapsamlı bakımdan geçirdi modern bir hale getirdi yeniledi. müthiş bir usta idi frenci ve de denizci dumlu usta... aynı zamanda iyi bir baba ve de iyi bir dost...
26 Kasım 2013 Salı
25 Kasım 2013 Pazartesi
getirin o kediyi .
bugünde işe biraz gırgır ve espiri açısından yaklaşalım .
farenin efkarlı bir gününde biraz votka verirler tatlanır neşelenir sonrasında biraz skoç viski sunarlar neşesi dahada artar keyiflenir hoplar zıplar zamanın akışı içerisinde bir kadehte aslan sütü yeni rakı servisi yaparlar . masaya rakıya uygun roka peynir kavun gibi mezeler getirilir .o sakin ve garip hayvan birden celallenir yumruğunu masaya indirip hökürerek bana getirin der ulan o şerefsiz kediyi ben ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum der...
farenin efkarlı bir gününde biraz votka verirler tatlanır neşelenir sonrasında biraz skoç viski sunarlar neşesi dahada artar keyiflenir hoplar zıplar zamanın akışı içerisinde bir kadehte aslan sütü yeni rakı servisi yaparlar . masaya rakıya uygun roka peynir kavun gibi mezeler getirilir .o sakin ve garip hayvan birden celallenir yumruğunu masaya indirip hökürerek bana getirin der ulan o şerefsiz kediyi ben ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum der...
24 Kasım 2013 Pazar
ögretmenler günü
ülkemizde kutlanan öğretmenler günü rahmetli Atatürk ün milli mektepler başöğretmeni olarak atanmasının her yıl yapılan kutlamalarıdır . 24 kasımda yapılır.ögretmenlerin insan hayatında oynadıkları rolü de başımdan geçen canlı bir olayla sizlerle paylaşmak istedim ve benim bu günlere gelmemde baş rol oynayan ilk okul 5. sınıf öğretmenim rahmetli Bahattin başaranı rahmetle ve de minnet duygularımla tekrar anmak geldi içimden.olay aynen aşağıda anlatacağım gibi gelişti.
12 yaşındayım.hacıvelet mahallesinde etiler ilk okuluna gidiyorum . 5 sene bu okula gittim mi gitmedim mi pek de bilemiyorum .sanki misafir bir öğrenciyim bilinçsizce sanki bir robot gibi evimizden çıkıyor her öğrenci gibi derslere giriyorum ama bilinçli bir öğrenci asla değilim. yaşadıklarım ne ben de bir iz ne de bir anı bırakıyor...misafirim ben. ilerde meslek olarak ne seçeceğim . nasıl bir rota cizecegim kendime hiç mi ama hiç bilmiyor bunlara sepetide fazla yormamıştım taki anlatacağım olaya kadar.
5. sınıftayız sıradan bir gün aslında coğrafya dersindeyiz.sınıf hocamız Bahattin başaran 50 belkide 60 yaşlarında atatürkün eğitim odusundan tecrübeli güzel giyinen takım elbiseli kravatlı kesme kumaş poltosu olan agır bir şahsiyet.gıcır gıcır papuçları olan oteriterde biri. bir soru sordu sınıfa izlandanın başşehri nedir bilen varmı diye. parmak kaldırdım.tecrübeli hoca birden heyecanlandı.parmak kaldıran benden hoca bu güne kadar sınıfta bir varlık göstermeyen benden doğru bir cevap gelemeyeceğinden emin gibiydi.sınıfı teşvik ediyor başkalarından bu sorunun cevabını almak istiyordu önlerde oturan sınıfın tüm çalışkan çocuklarına sen bunu mutlaka bilirsin hadi söyleyiver diye adeta yalvarıyordu ama sınıfta herkez sanki dilini yutmuş gibiydi.kimse cevap veremeyince gülümser birazda alaycı küçümser ifade ile yumurtla bakalım ne zırvalayacaksın misali hadi sen söyle bakalım başşehrin ismini dedi . ben bir kere parmak kaldırmıştım .Reykjavik dedim . hoca aldığı bu doğru cevaptan çok şaşkındı nasıl olurda doğru cevap bu ağızdan çıkabilirdi yoksa bugüne kadar cevheri keşvetmeyi mi atlamıştı ? .birden ciddileşti otoriter hocamızın bana yüklenip pataklıyacagını zannederken beni öğretmen kürsüsüne çağırdı.herkezi ayağa kalkmaya davet etti . ve alkışlayın bu arkadaşınızı diye bağırdı tüm sınıf hem gülümsüyor hemde garip memeti alkışlıyordu.hoca elimi sıktı.
okul sonrası Bahattin hocam babama dükkana uğrar benim ne kadar akıllı ne kadar zeki olduğumu söyler kimsenin bilemediği cevabı benden aldığını ve teşvik edilmen okutulmam gerektiğini vurgulamış ve beni geç keşfettiği için de özür dilemiş .tabii babam da duyduklarına çok şaşırmış hatta hoca yanlışlık olmasın bizim memetten mi bahsediyorsun onun pek derslerle arası iyi değil okumakta pek gözü yok diye bir kere daha sormadan edememiş ...hoca gülümseyerek ve de ciddi bie eda ile yok yok yanlışlık yok bahsttigim oğlan senin sarı memet demiş ve ayrılmış .
bir hoca bir gencin hayatını motivasyonu ile sanki sihirli bir deynekle değmiş gibi değiştirdi.memet bu günden sonra tamamen farklı bir memet oldu.hocam nur içinde yat seni minnet ve şükranla bugüzel öğretmenler gününde bir daha hayırla anıyorum...
12 yaşındayım.hacıvelet mahallesinde etiler ilk okuluna gidiyorum . 5 sene bu okula gittim mi gitmedim mi pek de bilemiyorum .sanki misafir bir öğrenciyim bilinçsizce sanki bir robot gibi evimizden çıkıyor her öğrenci gibi derslere giriyorum ama bilinçli bir öğrenci asla değilim. yaşadıklarım ne ben de bir iz ne de bir anı bırakıyor...misafirim ben. ilerde meslek olarak ne seçeceğim . nasıl bir rota cizecegim kendime hiç mi ama hiç bilmiyor bunlara sepetide fazla yormamıştım taki anlatacağım olaya kadar.
5. sınıftayız sıradan bir gün aslında coğrafya dersindeyiz.sınıf hocamız Bahattin başaran 50 belkide 60 yaşlarında atatürkün eğitim odusundan tecrübeli güzel giyinen takım elbiseli kravatlı kesme kumaş poltosu olan agır bir şahsiyet.gıcır gıcır papuçları olan oteriterde biri. bir soru sordu sınıfa izlandanın başşehri nedir bilen varmı diye. parmak kaldırdım.tecrübeli hoca birden heyecanlandı.parmak kaldıran benden hoca bu güne kadar sınıfta bir varlık göstermeyen benden doğru bir cevap gelemeyeceğinden emin gibiydi.sınıfı teşvik ediyor başkalarından bu sorunun cevabını almak istiyordu önlerde oturan sınıfın tüm çalışkan çocuklarına sen bunu mutlaka bilirsin hadi söyleyiver diye adeta yalvarıyordu ama sınıfta herkez sanki dilini yutmuş gibiydi.kimse cevap veremeyince gülümser birazda alaycı küçümser ifade ile yumurtla bakalım ne zırvalayacaksın misali hadi sen söyle bakalım başşehrin ismini dedi . ben bir kere parmak kaldırmıştım .Reykjavik dedim . hoca aldığı bu doğru cevaptan çok şaşkındı nasıl olurda doğru cevap bu ağızdan çıkabilirdi yoksa bugüne kadar cevheri keşvetmeyi mi atlamıştı ? .birden ciddileşti otoriter hocamızın bana yüklenip pataklıyacagını zannederken beni öğretmen kürsüsüne çağırdı.herkezi ayağa kalkmaya davet etti . ve alkışlayın bu arkadaşınızı diye bağırdı tüm sınıf hem gülümsüyor hemde garip memeti alkışlıyordu.hoca elimi sıktı.
okul sonrası Bahattin hocam babama dükkana uğrar benim ne kadar akıllı ne kadar zeki olduğumu söyler kimsenin bilemediği cevabı benden aldığını ve teşvik edilmen okutulmam gerektiğini vurgulamış ve beni geç keşfettiği için de özür dilemiş .tabii babam da duyduklarına çok şaşırmış hatta hoca yanlışlık olmasın bizim memetten mi bahsediyorsun onun pek derslerle arası iyi değil okumakta pek gözü yok diye bir kere daha sormadan edememiş ...hoca gülümseyerek ve de ciddi bie eda ile yok yok yanlışlık yok bahsttigim oğlan senin sarı memet demiş ve ayrılmış .
bir hoca bir gencin hayatını motivasyonu ile sanki sihirli bir deynekle değmiş gibi değiştirdi.memet bu günden sonra tamamen farklı bir memet oldu.hocam nur içinde yat seni minnet ve şükranla bugüzel öğretmenler gününde bir daha hayırla anıyorum...
21 Kasım 2013 Perşembe
kuş vurma,akrep yakma,dambra tutma kössü yakalama
ilk okula orta okula hatta lisenin ilk yıllarına giderken hisarcıkta akranlarımızın kuş lastikleri olurdu bunlar için leylaklardan çatallar yapardık. çarşıdan aldığımız lastik ve deri dende kuş vurmak üzere sılahlarla donanır yani kuş lastiği yapar boynumuza da takardık . serçe götü kahverengi cici denen kuşları avlardık dut mevsimi sığırcık üzüm zamanıda sarıasma avlardık bereketli yerlerde menengiçlikte meyvaların renklendiği zamandı . öyleki ben kendi adıma 16 kuş vurduğum günü bile biliyorum . bu kuşlar vurulup yere düşünce hemen kafasını koparırdık kanı aksın pis olmasın diye.bunları ben orhan soyışık mustafa hüsrevoglu tüylerini yolar ateş yakar içorganlarını temizler tüylerini üter sonrada tavada kızartır afiyetle yerdik tadına doyum olmazdı doğrusu yerken narın kuş kemiklerinin çıtırdısı hala kulaklarımda ve o nefis etin tadı hala damaklarımda diyebilirim . şimdi aynı şeyleri yapabilir miyim sanmıyorum ama bag hayatı ve çocukluk diyelim ve geçelim .
özellikle baharda ve yazın taşların altında akrep yuvaları olurdu bunları kuyruklarından ip ilmiği ile yakalar düz bir zemine isportuyu daire şeklinde dökerdik zavallı akrebi dairenin merkezine kor isportoyu ateşlerdik . akrep kendi etrafında döner ümitsizliğe kapılıncada iğnesini kendine batırarak intihar ederdi tv ve bilgisayarın olmadığı yıllarda bir başka bag eğlencemizdi bu.
sarı sıcakların olduğu temmuz ve ağustos aylarında kurumuş ağaçların en sivri dallarına dambra dediğimiz hayvanlar pike yaparak konar bizde onları tutardık . kuyruğuna ince bir çöp sokarak tekrar tabiata salar uçuşunu seyrederdik...
bahar gelip havalar ısınmaya başladığında kayseri etrafındaki bağlarda da işler başlardı.sogan sarımsak dikilir. fasulye ayçiçeği =şemşamer dikilir aşılar aşlanırdı bunlara yarma aşı denirdi . sıcaklarla beraber soğan sarımsak boy atardı sonbahara doğru patates soğan sarımsak yetişkin hal alınca bağcıların korkulu rüyası kössü bunları çeker kış erzakı olarak bir yerlere depolardı. öyleki dikenlere hiç bir şey kalmazdı . bu dört dişli kör hayvan sese karşı çok hassastı . kimileri kössü gelmesin diye dikimde ayetel kürsüyü 7 kere okumayı kimileride nefesi kuvvetli bir hocanın etkili muskasını önerirdi . bazıları soğan sarımsak alttan çekilirken kazma kürek hatta bel ile düşmanı yakalamak öldürme mücadelesine girerdi . fak denen tuzaklar da kurulur bunu kurmak maharet ister özel teknikler uygulanırdı . keza hassas kulakllarından dolayı plaklar hatta diskette asan bağcılarda olurdu. ama enson garantili yöntemler yer altına konulup kurulan tüfeklerdi bunda mahir bir avcı olan şaban minarecioglu çok tecrübel idi hep başarılı oldu hiç karavana yaşamadık ...ultrason aletlerin magnetik dalgalarınında hayvanları bahçelerden uzak tuttuğu söyleniyor şimdilerde denemedik henüz bu yöntemi...
bağlarda sevimli diyemiyecegimiz bir hayvanda kaplumbaglardı genelde komşu bağına dıvarın o bir yanına transfer edilirlerdi . çıplak arazilerde iyi hacımlı kaplumbağalar kartallar içinde iyi bir besindi. bazen kaya ve taşlara vurarakta mücadelesi yapılırdı...canice ve estetik olmayan bir görüntü yaşanırdı . o yıllarda verem vs gibi hastalıklara da iyi geldiği iddia edilirdi işte bu yüzden sayılarıda yenerek günümüzde iyice azaldı...
özellikle baharda ve yazın taşların altında akrep yuvaları olurdu bunları kuyruklarından ip ilmiği ile yakalar düz bir zemine isportuyu daire şeklinde dökerdik zavallı akrebi dairenin merkezine kor isportoyu ateşlerdik . akrep kendi etrafında döner ümitsizliğe kapılıncada iğnesini kendine batırarak intihar ederdi tv ve bilgisayarın olmadığı yıllarda bir başka bag eğlencemizdi bu.
sarı sıcakların olduğu temmuz ve ağustos aylarında kurumuş ağaçların en sivri dallarına dambra dediğimiz hayvanlar pike yaparak konar bizde onları tutardık . kuyruğuna ince bir çöp sokarak tekrar tabiata salar uçuşunu seyrederdik...
bahar gelip havalar ısınmaya başladığında kayseri etrafındaki bağlarda da işler başlardı.sogan sarımsak dikilir. fasulye ayçiçeği =şemşamer dikilir aşılar aşlanırdı bunlara yarma aşı denirdi . sıcaklarla beraber soğan sarımsak boy atardı sonbahara doğru patates soğan sarımsak yetişkin hal alınca bağcıların korkulu rüyası kössü bunları çeker kış erzakı olarak bir yerlere depolardı. öyleki dikenlere hiç bir şey kalmazdı . bu dört dişli kör hayvan sese karşı çok hassastı . kimileri kössü gelmesin diye dikimde ayetel kürsüyü 7 kere okumayı kimileride nefesi kuvvetli bir hocanın etkili muskasını önerirdi . bazıları soğan sarımsak alttan çekilirken kazma kürek hatta bel ile düşmanı yakalamak öldürme mücadelesine girerdi . fak denen tuzaklar da kurulur bunu kurmak maharet ister özel teknikler uygulanırdı . keza hassas kulakllarından dolayı plaklar hatta diskette asan bağcılarda olurdu. ama enson garantili yöntemler yer altına konulup kurulan tüfeklerdi bunda mahir bir avcı olan şaban minarecioglu çok tecrübel idi hep başarılı oldu hiç karavana yaşamadık ...ultrason aletlerin magnetik dalgalarınında hayvanları bahçelerden uzak tuttuğu söyleniyor şimdilerde denemedik henüz bu yöntemi...
bağlarda sevimli diyemiyecegimiz bir hayvanda kaplumbaglardı genelde komşu bağına dıvarın o bir yanına transfer edilirlerdi . çıplak arazilerde iyi hacımlı kaplumbağalar kartallar içinde iyi bir besindi. bazen kaya ve taşlara vurarakta mücadelesi yapılırdı...canice ve estetik olmayan bir görüntü yaşanırdı . o yıllarda verem vs gibi hastalıklara da iyi geldiği iddia edilirdi işte bu yüzden sayılarıda yenerek günümüzde iyice azaldı...
19 Kasım 2013 Salı
ferrarisini satan adam
amerikada çok meşhur bir avukat duruşma sırasında kalp krizi geçirir.yaşamla ölüm arasında gider gelir. ve stressiz bir hayat seçmesi gerektiğine karar verir . o yıllarda USA da böyle bir hayatın ancak hindistanda olabileceği çok yaygındır çok kişi oraya giderek Budist rahiplerinin öğretilerine kendilerini verirler.bu öğretinin aslıda minimal şeylerle mutlu olmak ve tüketim toplumundan kendini soyutlamaktır. bir hırka bir lokma felsefesi yani . amerikada ölesiye çalışan ve çok paralar kazana avukatımız Hindistan serüvenlerini yazdığı kitabı öyle bir pazarlarki kitap avukatlıktan daha çok gelir sağlar ona... bu minimalize akım ancak doyuma ulaşan kişilerce ileri sanayi toplumlarında kolayca yakalanır yoksa bizim gibi aç gözlü toplumlarda tatbik edilecek bir yaşam şekli değildir...ancak islami felsefeye nadiren yürekten inanan kişiler bu felsefeyi zaviyelere çekilerek bir kaç siyah zeytin ve bir kaç bardak su ile zaman zaman uygularlardı...
hoşgörü boyutu
bundan tam 35 yıl önce amerikada porno dergisi çıkaran bir adam sağcı birinin silahlı saldırısı sonu belinden yaralanır ve tekerlekli sandalyeye mahkum olur . bu zor şartlar bile onu hoşgörüsünden uzaklaştırmaz.yıllardır devam eden mahkeme saldırganın idamına karar verir ama höşgörü sahibi porno yayıncı saldırganın idam edilmemesi ve hayatının bağışlanması için hukuk mücadelesi verir öyleya insan hayatı çok degrerlidir cani olsa bile...bilmem ben dahil kaç kişi ülkemizde bu hoşgörüyü gösterebilir...
14 Kasım 2013 Perşembe
torpil
iktidardaki insanları veya onlara yakın olan insanları tanımak yine bizimki gibi ülkelerde başkalarının zor yapacağı hatta hiç yapamıyacagı işleri kolay kılar . 979 eylül sonunda kayseriye kesin dönüş yaparken yılmaz Öztaşkın ve yavuz altop bu zor zamanda nakilhaneyi tereyağından kıl çekercesine ince bir şekilde ayarladılar. bana ne getirmek istiyorsam herşeyi getirebileceğimi ancak dereköy gümrüğünden bulgarıstandan giriş yapmamı söylediler. hakikaten bu kapıdan girdiğimizde herkez bizi sanki daha evvelden biliyorlar sanki yakın akrabaları gibi sıcak ve aileden biri gibi karşıladılar . belliki ayar verilmişti . kayseriye devam edecektik gümrük işlemleri orada yapılacaktı bir asdtsubay peydah oldu doktorum istersen tırını askeri alandaki tali yoldan sokayım teklifinde bile bulundu... kayseriye geldigimizdede sadece küçük bir televizyon bir çocuk bisikleti birde gündogdunun deniz motorunu depoya aldılar. tüm yük süntaşın depolarına indi zorluk çıkarılmadan. gümrük memurlarının kışlık yakacaklarını alacakları sembolik bir rüşvet verildi . çünkü herşey evvelden etkin kişilerce ayarlanmıştı...halbuki duyumlarımızdan memurların iğne ipliği bile bahane göstererek işşi yokuşa sürdüklerini işitmiştik...çok yorulacağımızı sanmıştık...
rüşvet
geri kalmış ülkelerde insanların çoğu rüşvet almaya ve de vermeye meyillidir.devlet dairelerinde vererek işleri insanlar kolay ve süğratli kılarlar. vermeden ise işlere çalışanlar tokoz koyarak olacak ve bitecek işleri bile savsaklarlar.geciktirirler...
70 li yılların başında kayseri pasaport dairesinde hemen hallolacağını düşündüğüm bir iş için görevli memura ricada bulundum . memur çok kalabalık bir ortamda bunun ancak istanbulda yapılabileceğini ifade etti . boynum bükük bir vaziyette valilikten ayrılırken avukat Mehmet altın karşı geldi hayrola yeğenim ne arıyorsun burda yapacağım bir şey var mı varsa emret gibi çok sıcak davrandı her zaman olduğu gibi . durumu kısaca anlattım .dur yavvv dedi pasaportumu aldı ve dairenin içine ateş gibi daldı .ali afendi şu senden geçen aldığım 500 lira gecikti kusura bakma teşşekkür ederim dedi. ve benim pasaportu aliye uzatarak yavvv şu doktorumun işini de hemen hallet bu çok saygın bir ilim adamıdır dedi . 5 dakika evvel olmaz zinhar diyen ali bey bir kaç mühür vurarak bir dakikada işimizi bıçakladı . verilen 500 lira olmazı olur kılmıştı . işte rahmetli özalın benim memurum işini bilir dediği kişilerden biri idi ali beyde helal olsun ona olayı mümkün kılmıştı...ali bey aynı ali beydı .verilen 500 lira ona kimşlik değiştirtmişti...
70 li yılların başında kayseri pasaport dairesinde hemen hallolacağını düşündüğüm bir iş için görevli memura ricada bulundum . memur çok kalabalık bir ortamda bunun ancak istanbulda yapılabileceğini ifade etti . boynum bükük bir vaziyette valilikten ayrılırken avukat Mehmet altın karşı geldi hayrola yeğenim ne arıyorsun burda yapacağım bir şey var mı varsa emret gibi çok sıcak davrandı her zaman olduğu gibi . durumu kısaca anlattım .dur yavvv dedi pasaportumu aldı ve dairenin içine ateş gibi daldı .ali afendi şu senden geçen aldığım 500 lira gecikti kusura bakma teşşekkür ederim dedi. ve benim pasaportu aliye uzatarak yavvv şu doktorumun işini de hemen hallet bu çok saygın bir ilim adamıdır dedi . 5 dakika evvel olmaz zinhar diyen ali bey bir kaç mühür vurarak bir dakikada işimizi bıçakladı . verilen 500 lira olmazı olur kılmıştı . işte rahmetli özalın benim memurum işini bilir dediği kişilerden biri idi ali beyde helal olsun ona olayı mümkün kılmıştı...ali bey aynı ali beydı .verilen 500 lira ona kimşlik değiştirtmişti...
8 Kasım 2013 Cuma
insansız hava araçları uçaklar.
elektronik çag ve uzay konusunda 21. yüzyıldaki gelişmeler dünyamızda çok şeyi inanılmaz derecede temelinden değiştirdi saddam hüseyin ülkesinin Amerikalı askerlerce istilasında güçsüz kalmış bir varlık gösterememişti.neden bir varlık gösteremediniz diye sorulduğunda Amerika ordusu mertçe karşıma çıkmıyor ki savaşayım . ya şerefsizler insansız uçak kullanıyor ya GPS den yardım alarak bizim konumumuzu belirtip vuruyor bu şeytanın yöntemlerini uyguluyor mertçe savaşmıyorlar demişti . Çeçenistan bağımsızlık savaşını başlatan general dudayev de 1994 de taşıdığı cep telefonunun GPS ile konumunu tesbit eden Amerikalılar ve ruslar tarafından öldürülmüştü sene 1994. dudayeve mobil telefonu Erbakan vermişti . işte bir batılı taktiği . günümüzde pakistanda afganistanda ve filistinde insansız hava araçları ile şavaşlar devam ediyor. koskoca ırak savaşında amerikanın insan kabı bu yüzden çok az . hiç yüz yüze omuz omuza savaşıp kendilerini kırdırmıyorlar cepheyede mahalli müttefiklerini sürerler hepten... .
kasırga ve tayfun
kasırgalar çok kuvvetli rüzgarlardır.hm eser önüne geleri sürükler süpürür hemde kuvvetli bulutlarla gelen yagmurlara felaket dolu sellere sebeb olur .bir çeşit kasırga olan tayfuna uzak doğuda çin denizi ve Filipinlerde rastlanır.bu metorolojık olay günlerce sürer insanlar kapalı emin zannettikleri alanlara sığınırlar. buna rağmen felaket binlerce kişinin ölümüne bile sebeb olabilir.mayıs ayında uzak doğuya gittiğimizde daha ilk gün bankok şehir turumuzda muson yağmuruna yakalanmıştık sanki nemli boğucu sıcakta gök çatlamış bardaktan boşalırcasına felakekt bir yağmur başlamıştı. rüzgarda vardı insanlar yağmura aldırmıyor işlerine devam ediyorlardı kimseninde şemsiye taşıdığına şahit olmadık . gysilerimizfelaket ıslandığı halde hiç ce üşümedik . sanki giysilerimiz üzerimizde süratle kurumuştu...2012 kasımında newyork civarındaki kasırga maratona mani olmuş uçaklar uçuşlarını iptal etmek zorunda kalmıştı...
7 Kasım 2013 Perşembe
ali mektepleri
cumhuriyet kurulduğunda ülkemizin nüfusu 13 milyon kadardı. harpten yeni çıkılmış ülkenin insan ve tüm kaynakları yıllar süren harp sonrası neredeysa tükenmişti. türkiye yeniden disayn edilmek zorundaydı Atatürk ve arkadaşları ateşemiterlik vs gibi görevlerle yurt dışında bulunmuş ve batının kalkınmış ülkelerinde uzun süre yaşayarak sistemlerini yakınen izlemişlerdi . model kurtuluş savaşı sonrası batı ülkelerinin modeli olmalıydı.okuma yazma bilen sonderece azdıülkemizde o yıllarda. mahalleye bir mektup geldiğinde mahallede okuma yazma bilen birine götürülür okutulurdu bunların sayısı çok ama çok azdı. reform= harf inkılabı yapılmıştı ama okur yazar oranı çok düşüktü . eğitimi verecek öğretmen kadroları henüz yetişmemişti . süratle bu kadrolar yetiştirildi .asker ocaklarında subayların eğitim düzeyi türkiye ortalamasının çok üzerindeydi . ali olan askerler ali okulları dediğimiz asker kurslarında eğitilir terhis olduklarında yöresine okuma yazma bilen eğitimli ferdler olarak dönerlerdi .eğitim ordusunu yetiştirmek içinde mahallelerde ve köylerde en zeki çocuklar toplanır yatılı öğretim okullarında kızlı erkekli kalarak eğitilirdi . bunlara köy enstütüleri denirdi . buradan mezunlar geldikleri yöreye geri döner o yöreyi eğitir kalkındırır adam ederlerdi . köydeki imamın yanına dönerler ziraattten anlayan sağlık ve teknik eğitimi ile donanımlı modern insanlar olarak hizmet verirlerdi . hocaların gardları alınmış, bu eğitimli genç insanlarla hocaların saltanatlarına son vermişlerdi . din kesimi büyük yara almış toplum üzerindeki eski otoriteleri prestijleri sarsılmıştı. fırsatı geldiğinde mutlara intikamını alacaklardı.türkiye çok partili demokratik sisteme geçince tekrar eski saltanat sahiplerinin taleplerine boyun eğmiş tavizler birbirini kovalamıştı . çark terdine dönmeye başladı . Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının siyasete soyunmaları ile ters dönen çarkın ivmesi artmış tavizlerin boyutu tasavvur edilemez oldu .2013 yılında. meclise tessettürle girenlerden kız erkek arkadaşlıklarına perde çekme,evlerin ve yurtların kontrollerine kadar varan uygulamalar,alkol yasağı vs.toplumu 2 ye ayrıştırdı.iktidarda olan imkanları maddeten çok sınırlı olan tayfaların izahı mümkün olmayan kalkınıoş ve yükselişleri vede koltuğa sımsıkı ayrılmaksızın yapışmaları sosyo kültürel bir tez konusu günümüzde...
5 Kasım 2013 Salı
oteriter rejim
USA nın işi tıkırında. dünyada süper güç olan bu ülke üstün teknolojiye sahip. silikon vadilerinde elektronik atılımı yapmış ve bu ürünleri tüm sanayi ürünlerine adapte etmiş . her şey ama herşey elektroniğe dönmüş vaziyette .silah yapımıda böyle. dünyanın tüm ülkeleri sıraya girmiş ileri teknoloji ürünü harp uçakları ve silahları almak istiyorlar . ırak lideri maliki gibi . ancak oteriter rejiminden dolayı silah satmak istemiyor Amerika. istediği kadar dolar versede çevreye tehdit yağar düşüncesiile mahzurlu gördüğü ülkelerte silah satmayı harplerde kullanabileceği hekopter F-16 gibi stratejik önemli araç ve gereçleri satmıyor...
maastricht anlaşması
Avrupa birliği ülkeleri hollandanın Maastricht şehrinde yıllar önce bir araya geldiler. enflasyonun bilhassa dar gelirlileri perişan eden ve çalışma barışini bozan bir durum olduğunda hemfikirdiler . bütçe disiplinini muhafaza etmek için bütçe açığının maksimum %3 ü geçmemesi konusunda anlaştılar.1929 ekonomik dünya kirizinden tecrübeleri vardıdünyada o güne kadar emsali olmayan bir kaos yaşandı. böylece yeni krizlere kapılarını kapamış oldular. ülkemizde de ben ömrümde birçok kriz yaşadım her kriz fakirleri perişan ederken kriz öncesi senet vs ile stoklu gidenler krizde katlanarak zenginlediler. bunlardan biri de benim doksanlı yıllarda ortağımdı. tabii üretici ve sanayicide agır bedeller ödediler çokça iflaslar görüldü . 1950 li yılların sonunda ilk devalüasyon lafını duyduk. tl akşamdan sabaha 3 kat değer kaybetmişti . bütçe açıkları korkunç idi .devalüasyon öncesi çok mal piyasada bulunmaz bulunsada karaborsa fiyatla satılırdı. ihracatımız az ithalat korkunç yüksekti . yani bütçe açıklarından kaynaklanıyordu tüm bu olumsuzluklar. 60-80 arası devalüasyonun yoğun olduğu yıllardı. herkez eski fiyattan ne bulursa alırdı .mesela agbeyim gelin olacak kızlarının çamaşır makinaları fırınları gibi şeyleri onlar henüz ilk okula giderken satın almış stoklamıştı. yeterki fiyat eski fiyat olsun . bu yıllarda arsa gayrımenkül alım satımlarıda yeni zenginler türetmişti . yine bu yıllarda yüzbinlerce almanya ve benzeri ülkelerde yaşayan çalışan yoksul insanlarımızın tassarrufları türkiyeye akmıştı. burjuvada biriken sermayede sanayi kuruluşlarının önünü açmıştı.1994 tansu çiller hükümetinin 3 anahtar vadederek bir gecede yaptığı devalüasyonda 8 tl olan mark 30 tl ye çıkarıldı. 2001 yılı Ecevit iktidarında 1 dolar neredeyse 2000 tl olmuş türk lirası dünyada yerlerde sürünen para damgası yemişti. akparti iktidarı ile tl den yine bir geceda 6 sıfır silinmişti. bundan önce 500.000 tl olan bir ekmek 0.5 ytl olmuş. tl ye güven yeniden başlamıştı.2012 yılında başlayangizli bir enflasyon günümüzde doları 2.020 ytl kadar yükseltti.istikrar hayatlarımızda ne kadar da önemli...
4 Kasım 2013 Pazartesi
plastik torbalar
eskilerde plastik torbalar yerine bulunduğumuz coğrafyada yağlık denen kumaşlar kullanılırdı .yağlık sağlam kumaştan 1 metre eninde ve boyunda olan taşınacak şeyleri elma armut yağlık yayılınca ortasına konur sonrada köşeler bir araya getirilerek bağlanır daha doğrusu kapatılırdı . renkleri değişik olabildiği gibi desenleride bulunan kumaş o günlerde ne ise ondan olurdu mesela amcam samur ağanın yaglıgı kaput bezindendi bu bez sağlam olurdu. sade bir pamuklu textildi . o yıllarda adanada Kayserililerin kurduğu mensucat santralin kaputları çok revanşta idi . keza sümerbankın kaput ve hasse denen humayinleri karaborsada ancak bulunurdu.sümerbankın mağazası önü ana baba günü olur millet birbirini yerdi . 60 lı yıllar öncesi tekstil fabrikaları çok azdı mallar kapış kapış satılırdı işte o yıllada kayseride manifaturacılar birlik mensucatı kurdular. kurucu ortak olmaları için babamlarada yoğun baskı vardı ama kısmet değilmiş ortak olmadık.tüm ortakları çok ama çok zengin oldular büyüyenler istanbula taşındılar lokallikten kurtularak ulusal komprador haline geldiler. Özkökler baldöktüler küçükçalıklar gibi...bunlar türkiyede yaşanan ekonomik krizlerdende inanilmaz bir şekilde olumsuz ekkilendiler iflas edenler oldu batanlar oldu. çaga ayak uyduran teknolojiyi takip eden ve ihracata dönük üretim yapan orta Anadolu gibi denim üreticileri dev oldular ulusal ilk 500 sıralamasında hep ön sırada yerlerini koruyorlar . 50 yıllada küçük Amerika olma yolundaki ülkemizde file denen ağdan yapılmış torbalar içinde taşınır oldu herşey . taşınan şeyler şeffaflaştı. yağlık dönemi kapanmıştı filenin ömrüde uzun sürmedi . türk valizi denen polyetilenden yapılan poşetler piyasaya hakim oldu . yüzbinlerce ton poşet çevre kirliliğine sebeb oldu .bilinçli batı ülkeleri kagıtı ve textil torbalarını kullanıyor yıllardır . bizimki gibi ülkelerde ise en büyük çevre sorunlarından biri poşetler bunlar yüzlerce yıl yok olmadan toprakta SUDA DENİZLERDE KALABİLİYOR İNSANLARI TÜM HAYVANLARI TEHDİT EDİYOR . ŞİMDİLERDE MARKETLERDE PARA İLE SATILAN POŞETLERİ AVRUPA BİRLİGİ YASAKLAMAYI DÜŞÜNÜYOR...inşallah bizdede başarılır
1 Kasım 2013 Cuma
kızılay-kızılhaç
1859 tarihine kadar yapılan tüm harplerde harbde ölen yaralanan ve esir kalan sefil askerlerin çaresizlikleri isviçreli Dunant ın dikkatini çeker. fransa -sardunya ve Avusturya arasında yapılan solfarino savaşında iki taraftada yüz bin asker harb eder çatışırlar .o yıllarda henüz italya birliği gerçekleşmemiştir. ispanya fransa ve Avusturya diledikleri gibi italyayı kendi aralarında taksim eder yönetrirler. bu harbte dunantın gözleri önünde bir günde 10.000 asker ölür yaralı sayısıda daha kabarıktır . harb sonrası esirlerin dramı yüreğini sızlatır dunantın . artık bu harpten sonra olacak savaşlarda çeşitli kuruluşlar askerlere yaralılara ve esirlere mutlaka yardım etmelidir.işte bu kapsamda kızılhaçı kurarlar .ve bu insani yaklaşım dunanta Nobel barış odülünü getirir . istanbulda bir kaç yıl sonra kurulan kızılhaç ülkenin ,Osmanlının özellikleri göz önüne alınarak kızılaya dönüştürülür...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)